100 metreyi 9.58’in altında koşsaydım; koparmada 215 kg., silkmede 270 kg. kaldırsaydım; 2.50m. yüksek atlasaydım; muzaffer bir devrimci olsaydım; uçma ve 10.000 metreye dalma yeteneğim olsaydı, gene de resim yapar mıydım?
Bunların cevabını bilmiyorum…
Bu soruların cevapsız kaldığı yerde, hayatım olan şey içinde yapabildiklerim/ yapamadıklarım bilançosunda “yaptığım şey” olarak duruyor, resim.
Yaşamak yetseydi resim yapmaz mıydım?
Şu dışarıdaki hayatın yetmesi ne demek?
Müthiş bir bencillik, kafa ve ruh vasatı, çakallık ve de salaklıktan ibaret olmadıkça/ kalmadıkça bu mümkün mü?
Dünyayı değiştirme ihtiyacıyla bir ilgisi var sanatın ve basit bir vasıta falan değil, kesinlikle… Diğer enstrümanların yerine ikame olunacak bir şey de değil; ancak, acz duygusuyla bir hesabı da yok değil!
Bir, “meselesi olmak” hali sanat yapmak. Bunun gerektirdiği hakikilikten uzaklaşıp bir toplumsal ritüele yaklaştıkça da soluyor/ zayıflıyor; solar, zayıflar…
“Niçin” sorusuna ısrarla cevap vermeye gayret ettiğimde, hayat dediğimiz bıçak sırtındaki bu yürüyüşte, sanat adlı bu “donanım” ın biraz da tutsağı olduğumu görüyorum…
(Puhu E-Dergi’nin sorusuna Nisan 2016’da verdiğim cevap.)